TARİH ARALIĞI

Başlangıç Tarihi
Seç
Bitiş Tarihi
Seç

ARANACAK KRİTER

Kriter Seçin
Makale Başlığında

ARANACAK KELİME

Örnek “vergi mevzuatı”

26.12.2013

NEREDE KALMIŞTIK?

 

NEREDE KALMIŞTIK?

-Dört Defter, Maliyet Lobisi ve Maliye-

 

Sevgili dostlar, en son yazımdan bugüne neredeyse bir yıl geçivermiş. Ancak o yazımdan bugüne şunu gördüm ki, yasa koyucu cephesi dışında maalesef değişen hiçbir şey olmamış. Allahtan az da olsa Devlette bir refleks gösterme gücü kalmış. Maalesef yazdıklarım halen güncelliğini koruyor. Zihinlerde bir değişiklik yok ve görünen o ki, henüz çoğunluk ortaya çıkan sorunlardan pek ders almamış.

Türk Ticaret Kanununun (TTK), prensip olarak tüm ticari işletmelerde, özellikle de tüm sermaye şirketlerinde vergi odaklı muhasebeyi değil de, işletmenin gerçek durumunu tüm açıklığıyla ortaya çıkaran muhasebeyi esas alan bir düzenleme yapma yolunu neden seçtiğinin ve bir kesimin de buna neden şiddetle karşı çıktığının iyi anlaşılması gerekiyor.

Bugünlerde çok takıldığım bir ifade var; “vergilendirilmiş kazanç kutsaldır” diye söylenen. Bu ifade ile aslında kazanca değil vergiye öyle bir ilahi kudret tanıyoruz ki, sonuçta vergiye ilişkin düzenlemeler adeta Tanrı kelamı haline geliyor. İçeriklerini hatta doğruluklarını neredeyse hiç tartışamıyoruz. Tek söz söyleme yetkisi Maliye’de ve vergi uzmanlarında. Kendileri olur vermezse değiştirilmeleri de neredeyse imkansız. Onlar odalarından ya da köşelerinden zaman zaman çıkıp ne derlerse, onların bildikleri ve söyledikleri doğru kabul ediliyor.

Geçenlerde muhterem bir vergi uzmanı Hocamız köşesinde, TTK’daki gelişmeler hiç yaşanmamış gibi, “İşadamı, ortağı, karısı ve metresi” başlıklı bir yazı yazdı ve sürekli bahsettiği dört defteri yine gündeme getirdi. Eski Gelir İdaresi Başkanının bu dört defter fıkrasını anlattığını söyleyip yazısını, Başkanın, “Bu dört defter ne zaman bire inerse, o zaman gelirler gerçek durumu yansıtacak. Biz de vergi oranlarını o zaman indireceğiz.” sözleriyle bitirdi. Şimdi ne var bunda? Bunlar gerçek değil mi, diyebilirsiniz. İşte tam da bu noktada, aslında, TTK’nın işletmenin gerçek durumunu ortaya koyan muhasebe anlayışını benimsemesinin ne kadar doğru olduğu bir kez daha vurgulanmış oluyor.

Vergi Usul Kanununa (VUK) göre tutulan muhasebe ile işletmelerimizin geldiği durumu dört defter fıkrasının sonunda söylenenler tüm açıklığıyla özetliyor. Fıkranın sonunda şu önermeler saklı:

-VUK’a göre tutulan vergi odaklı muhasebe ile ortaya çıkan gelirler gerçeği yansıtmıyor.

-Gelir gerçek değilse aldığımız vergi de gerçek değil.

-O takdirde ne olur ne olmaz diyerek -eh, kayıtdışılık da var-, vergi kaybı olabilir endişesiyle vergi oranlarını yüksek tutuyoruz.

-Ne zaman gelirler gerçek durumu yansıtır, biz de o takdirde vergi oranlarını indiririz.

Ancak fıkranın sonundaki önermeler arasında yer almayan, hatta görmezden gelinen, gelirlerin nasıl gerçeği yansıtabileceği, bu durumun nasıl düzeltilebileceğidir.

İsterdik ki, bizler gibi vergi uzmanlarımız da Türkiye’nin geleceği açısından bu meseleyi tartışsın. Oysa bir baktık, bir kısım vergi uzmanımız tarafından yeni TTK’nın ceza hükümleri öne çıkarılarak, işletme sahiplerimiz korkutulmaya çalışıldı. Ortaya çıkan homurdanmalar, benim “maliyet lobisi” olarak nitelendirdiğim, TTK'da özellikle denetim alanında getirilen yenilikleri, içerik ve yararları açısından bir değerlendirmeye tabi tutmaksızın, şirketler için sadece bir maliyet unsuru olarak görüp eleştiren ve kendilerine “Anadolu Sermayesi” diyen çevreleri harekete geçirdi. Maliyet lobisi Anadolu Sermayesini 4,5 milyar TL’lik bağımsız denetim ve finansal raporlama maliyetinden kurtarmalıyız diye yola çıktı ve siyaseti, TTK’nın getirdiği yeniliklerin tam tersi yönde etkiledi.

Oysa TTK, bu zihniyetin fersah fersah ötesine geçen bir felsefe taşıyordu. 64. maddesinin gerekçesinde “Muhasebe vergi için tutulmaz. Vergi verilerini ve sonuçlarını bu suretle tutulan muhasebeye dayandırır. …” derken, aslında muhasebenin, işletmenin gerçek durumunu yansıtması gerektiğini ve bunun işletme, vergi sistemi ve Türkiye için faydalarını tüm açıklığıyla ortaya koymaya çalışıyordu.

Dört defter fıkrasının sonundaki gibi doğruları söylemesini umduğumuz, hatta beklediğimiz Maliye de, sahip olduğu yetkileri koruma refleksiyle hiç istifini bozmadan, TTK’daki gerçekleri görmezden geldi ve bu kervana katıldı. 660 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin çıkarılması ve 6335 sayılı Kanunla yeni TTK’nın finansal raporlama ve bağımsız denetim hükümlerinin değiştirilmesinde başrollerden birini kaptı. Bu şekilde Maliye, ilginç bir biçimde kayıtdışılığı savunanlarla, bir şekilde -doğru yanlış-, vergimi verdim ötesine sen karışma diyenlerle aynı karede yer aldı. Sonuçta yeni TTK’nın bağrına vergi odaklı muhasebe hançeri saplandığı gibi bağımsız denetimin kapsamı da inanılmaz derecede daraltıldı.

Bu arada muhasebe mesleği de kendi içinden darbe yiyip durdu. Bir kısım kıdemli meslek mensubu da “sadece biz denetçiyiz” diyerek lobi oluşturma gayretine girdi, mesleğin ve genç meslektaşlarının onuru ve geleceğini hiçe sayarak, kendileri dışında kimsenin giremediği dar bir bağımsız denetçilik mesleği yaratma yolunda Maliye ve KAMUDESK üzerinde etkin olmaya çalıştı.

Allahtan yanlış hesap Bağdat’tan döndü de, kanun koyucu Türkiye’de hâlâ Devlet’in varolduğunu gösterir şekilde, denetimsiz kalan anonim şirketler için, 397. maddeye eklediği beşinci fıkra ile yeniden denetim getirdi. Ancak onun da nefesi bir yere kadar yetti. Limited şirketler yine denetimsiz bırakıldı. Bugün gelinen noktada, muhasebe meslek mensupları açısından gün, sağlıklı denetimin yaygınlaşmasını sağlamak ve TTK m. 397/5’teki denetime ve düzenlemesine sahip çıkma günüdür.

Türkiye’de denetim yapılması gerektiğini sürekli dile getiren Ana Muhalefet Partisinin, bu hükmün içeriğinin genişletilmesini savunması gerekirken, bilakis, bu hükmü, 6455 sayılı Kanuna karşı Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı iptal başvurusunun kapsamına alarak, iptalini ve yürürlüğünün durdurulmasını talep etmiş olması da bu dönemde manidardır. “Sadece biz denetçiyiz lobisi” gibi, “maliyet lobisi” de tüm siyasi partileri etkilemektedir.

Maliyet lobisinin gücü ortada olsa da, bu gücü oluşturan işletme sahiplerinin, limited ve anonim şirketler kurmuş olmalarına rağmen, sürekli yüksek maliyetlerle borçlanıp şahsi teminatlar vermekten, bu gelişmeye rağmen borçlanma imkânlarının sürekli daralmasından, tefecilerin eline düşme tehlikesinden, tüm malvarlıklarıyla şahsen sorumlu olmaktan, yüksek vergiler ödemekten bunalmış oldukları bir vakıadır. İşletmelerinde gerçek durumu ortaya koyacak bir muhasebe anlayışları olmadıkça, bu bunalımdan çıkabilmelerinin, işletmelerinin kontrolünü kendi ellerinde bulundurmalarının ve bu işletmelerin sağlıklı bir şekilde denetlenmesinin mümkün olamayacağı da açıktır. Küçüğünden büyüğüne sağlıklı bir muhasebe ve denetim sistemi olmayan işletmeler, ne tür kayıp ve kaçaklarla karşılaştıklarının, hatta ne kadar para kaybetmekte olduklarının bile farkında değildir. Bu durumda elde edilen kazanç da asla gerçek kazanç olmayacaktır. İşletmeler bugün olduğu gibi bu yapıyı sürdürmede ısrar ederlerse, sonuçta bıçak kemiğe dayanıncaya kadar, borçlanma maliyetleri devamlı yükselecek, şirketler için sürekli şahsi teminatlar verilmeye devam edilecek, işletmelerdeki kayıp ve kaçağın önü kesilemeyecektir. Bari kayıtdışılıktan birkaç kuruş kazanayım deseler bile, dört defter fıkrasının sonundaki gibi Maliye’nin güvensizliğinden dolayı ödenen vergiler, hep yüksek olacak ve bunaltacaktır.

Öte yandan böyle bir tabloda, kayıtdışılığın varlığını koruduğu denetimsiz işletmelerle Türkiye’nin lider ülkeler arasına gireceğini beklemek de herhalde ham bir hayal olmaktan öteye geçemeyecektir. Birileri göz göre göre bizleri kandırmaktadır. Türkiye’nin şu anda yaşadığı, her türlü denetimi yok etme çabasındaki yönetim anlayışının içinde bulunduğu durum da, sağlıklı bir denetim kültürüne ne kadar ihtiyaç olduğunun açık bir göstergesidir. Kamu yönünden Sayıştay’ın inceleyip raporlaması gerekenler, şimdi tesadüfen yolsuzluk soruşturmalarına konu olmakta; bu şekilde, vakıalar anlaşılmaya ve ortaya çıkarılmaya çalışılmaktadır.

Geldiğimiz noktada TTK’yı hazırlayanların ortaya koyduğu felsefenin hâlâ çok gerisindeyiz. Bilinçli bir şekilde kendimizi doğruları görmekten uzak tutuyoruz. Sonuçta olan hepimize ve Türkiye’ye oluyor. Sürekli zaman kaybediyoruz.

Türkiye ve kurumları bir an önce asıllarına rücu etmek zorundadır.

 

YORUMLAR

  • ZATEN HER HANGİ BİR MALİ KURAL YA DA YASA KOYMANIN AMACI 'KAZI BAĞIRTMADAN YOLMAK'ATA SÖZÜNÜ 'UYUYANLARI ASLA UYANDIRMAMAK HATTA DAHA DERİN SAĞLAMAK'OLARAK GELİŞTİRMEK DEĞİLMİKİ

    Ziyaretçi

  • Hocam belirttiğiniz gibi yaklaşık bir yıl sonra yazınızı bu sayfada görmekten ve okumaktan mutluyum. Yeni yazılarınızı bekliyorum. İK.

    Ziyaretçi

Daha Fazla