Geçtiğimiz yıllarda Cumhurbaşkanı (dönemin Başbakanı) tarafından Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’ne gerçekleştirilen bir çalışma ziyaretinde;dönemin ABD Başkanı Obama ile de ikili bir görüşme gerçekleştirilmişti. O dönemde bu ziyaretin en önemli gündem maddesi şimdi olduğu gibi Suriye meselesiydi. Görüşme sonrasında yapılan basın toplantısında herkes Suriye ile ilgili sorular beklerken, Amerikalı gazetecilerin gündeminde IRS’de (ABD İç Gelir İdaresi - Internal Revenue Service) yaşanan bir skandal vardı. Peki neydi bu skandal?[1]
Kamuoyuna yansıyan haberlere göre o dönemde Obama yönetimine muhalefet eden Tea Party (Çay Partisi) ve muhafazakâr gruplar IRS tarafından hedef alınmıştı. IRS 2010 yılı başından itibaren Başkan Obama’ya muhalefet etmek için kurulan ve vergi muafiyetinden yararlanmak için başvuran sivil toplum örgütlerini incelemeye alıp adında “Çay Partisi”, “yurtsever” gibi sözcükler geçen grupları denetim listesine ekledi. Bu kuruluşları denetim listesine ekleyen IRS’in, Çay Partisi dâhil 11 muhafazakâr gruba ait denetim belgelerini inceleyen “Politico” isimli internet sitesi[2], IRS’in bu gruplar hakkında neredeyse her şeyi öğrenmeye çalıştığını, hatta ne düşündüklerini bile anlamak istediğini ve bazı muhafazakâr grupları vergi muafiyetinden mahrum bıraktığını iddia etti.
İddialar üzerine konuyla ilgili olarak ABDHazine Bakanlığı’nın açtığı soruşturmanın raporu da o dönemde açıklanmıştı. Raporda, IRS’nin muhafazakâr gruplar hakkında her türlü bilgiye ulaşmaya çalıştığı, özellikle bağışlar hakkında bilgi istediği anlaşıldı. IRS’in gruplara sorduğu sorular arasında, “bağışçılarının kim olduğu”, “hangi konuların kendileri için önem taşıdığı”, “üst düzey yöneticilerinin hükümette yer almak için hiç plan yapıp yapmadığı” gibi sorular da bulunuyordu. Ayrıca rapora göre IRS, grupların üst düzey yöneticilerinin CV’lerini, medyayla yaptıkları röportajları ve yönetim kurulu toplantılarının içeriklerini dahi istedi. Buna ek olarak muhafazakâr grupların Facebook, Twitter gibi sosyal medya ağlarındaki paylaşımlarının ve radyo programlarının çıktısının dahi istendiği ortaya çıktı. Yine rapora göre IRS,muhafazakâr grupları “yalan ifade vermenin cezaları” konusunda da uyardı. Bu cezalar arasında ise gelecekte bağışların kısıtlanması gibi maddeler de bulunuyordu. Tüm muhafazakâr gruplardan da, diğer gruplarla olan ilişkileri hakkında detaylı bilgi vermesi istendi. Bunların ortaya çıkmasının ardından IRS söz konusu iddiaları kabul edip özür dilemek zorunda kaldı.
Şimdilerde gündemden düşse de bu gelişmelerin ardından Amerika’da IRS’in bağımsızlığı yeniden tartışma konusu olmuştu.Aslında IRS’in yapısına bakıldığında oldukça bağımsız ve güçlü bir yapıya sahip olduğu söylenebilir. Özel bir bütçeye ve personel rejimine sahiptir. Maliye Bakanlığı ile IRS arasında, IRS’nin iş planını onaylayan ve takip eden bir komite vardır. Bu komitenin başkanı Maliye Bakanı olsa da üyeleri arasında özel sektörden temsilciler ve akademisyenler de bulunuyor. IRS Başkanı, ABD Başkanı tarafından belli süreyle atanıyor ve Senato tarafından onaylanıyor. Hem IRS’in yapısı hem de ABD’nin genel örgütlenme biçimi düşünüldüğünde, aslında siyasi etkilerden mümkün olduğunca uzak bir yapı oluşturulmaya çalışıldığı ifade edilebilir. Ancak her ne kadar dönemin ABD Başkanı Obama’nın bu konuya doğrudan müdahil olduğu yönünde bir kanıt olmasa da, bu tür yapılarda dahi siyasi bazı etkilerin ve yansımaların etkili olabildiğini söyleyebiliriz.
Vergiler maliye politikasının en önemli aracıdırlar. Maliye politikaları ise şüphesiz hükümetlerin ekonomi politikalarının en önemli unsurlarıdır. Bu açıdan bakıldığında, maliye politikası üretme anlamında hükümetlerden ve siyasi bakış açılarından tam bağımsız bir gelir idaresi yapısının oluşturulması mümkün değildir. Ancak söz konusu siyasi etkilerin maliye politikalarının oluşumunun dışına çıkarak, siyasi rekabeti olumsuz etkileyecek ve baskı yaratacak bir şekle bürünmesi elbette kabul edilemez bir durumdur.Yukarıda yer verdiğimiz IRS örneğinden hareketle ülkemizde gelir idaresinin bağımsızlığı açısından son durumun ne olduğuna bakmakta da yarar var.
Hafızalarımızı tazeleyecek olursak, Gelir İdaresi’nin bağımsızlığı konusu2005 yılındaGelirler Genel Müdürlüğü Gelir İdaresi Başkanlığı’na dönüşürken de yoğun olarak tartışılmıştı. Özellikle, o dönemde ilişkilerimizin devam ettiği IMF’in de talebi bağımsız bir gelir idaresinin oluşturulması yönündeydi. Dönemin temel tartışması,bağımsız bir gelir idaresi için politika oluşturan birimler ile uygulama birimlerinin ayrıştırılması,uygulamanın bağımsız bir gelir idaresi tarafındangerçekleştirilmesiydi.Bunun yanı sıra, hiyerarşik yapı, atama usulleri, denetim birimlerinin durumu gibi konular da gündemdeydi.
Bu tartışmalar sonucunda;Maliye Bakanlığı’nın ana hizmet birimi olan Gelirler Genel Müdürlüğü, bağlı kuruluş olarak Gelir İdaresi Başkanlığınadönüştü. Gelir İdaresi uygulama birimi haline gelirken, Maliye Bakanlığı’nın ana hizmet birimi olarak kurulan Gelir Politikaları Genel Müdürlüğü ise politikaların oluşturulması ile görevlendirildi. 2018 yılında ise Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçiş ile birlikte Gelir Politikaları Genel Müdürlüğü hemen hemen aynı görev ve yetkilerle Gelir Düzenlemeleri Genel Müdürlüğü’ne dönüştürüldü.
Ancakilgili çevrelerin tümü tarafından bilindiği üzere; gerek Gelir Politikaları Genel Müdürlüğü,gerekse son bir yılda faaliyette bulunan Gelir Düzenlemeleri Genel Müdürlüğü politika üretme konusunda hiçbir zaman etkin bir konumda olmadı. Siyasi ve bürokratik tercihlerin ve Maliye Bakanlığı geleneklerinin de etkisiyle politika üretiminde de uygulamada da etkin olan kurum her zaman Gelir İdaresi Başkanlığı oldu. Gelir Politikaları Genel Müdürlüğü ve Gelir Düzenlemeleri Genel Müdürlüğü genellikle gelir bütçe gerçekleşmelerini takip eden,zaman zaman Bakanlık makamına bilgi ve istatistik sunan, sunumlar gerçekleştiren, teknik destek sağlayan bir birim olarak kaldı.
Sonuç olarak, 7 Ağustos 2019 tarihli ve 30855 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 43 numaralı Bazı Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile birlikte Gelir Düzenlemeleri Genel Müdürlüğü’nün faaliyeti de son buldu.Henüz düzenleme yapılmamış olmakla birlikte bu birimin görev ve yetkilerinin önemli bir bölümünün Gelir İdaresi’neverileceği anlaşılıyor. Bu açıdan değerlendirildiğinde, politika ve uygulama birliği bakımından mevzuat olarak 2005 öncesi döneme geri dönüldüğü görülüyor. Tek fark Gelir İdaresi’nin ana hizmet birimi olarak değil, bağlı kuruluş olarak örgütlenmiş olması.
Elbette IRS örneğinde belirttiğimiz suiistimal ve problemleri önlemenin yolu sadece yasal olarak bağımsız bir gelir idaresi tesis etmek değil. Önceki bölümlerde de belirtildiği gibi, yasal altyapı bakımından IRS’in oldukça bağımsız sayılabilecek bir yapıya sahip olduğu söylenebilir. Pek çok konuda olduğu gibi, bu konuda da temel unsurun kâğıt üzerindeki düzenlemeler ve teşkilat şemaları değil; hukuk devleti prensibi, tarafsızlık ve etik değerlerin içselleştirilmesi olduğu çok açık.