Dünyada gelişmekte olan on büyük piyasadan birisi de Türkiye’dir. Gelişmekte olan söz konusu büyük piyasalar başta Çin Halk Cumhuriyeti olmak üzere, Güney Kore, Endonezya, Hindistan, Meksika, Brezilya, Arjantin, Güney Afrika ve Polonya’dır. Bu görüntüden anlaşılacağı üzere gelecek yirmi yılda söz konusu ülkelerden ekonomik performansı yükselecek ülkelerin yabancı sermaye yatırımlarını en fazla kendine çeken ülke olacağı kuşkusuzdur. Doğası gereği yabancı sermaye ürkektir, kendini güvencede hissetmediği hiç bir yere veya ülkeye gitmez. Yabancı sermayenin kendi ülkesinden bir başka ülkeye yönelebilmesi için olmazsa olmaz kurallar vardır. Bu kuralların başta geleni güvenebileceği sağlam bir hukuki altyapıdır. Hukuki güvenliğin olmadığı hiçbir bölge veya ülke yabancı sermaye için iş yapılabilecek bir ortam olarak kabul edilmemektedir. Diğer bir unsur ise politik istikrardır. Politik istikrarın olmadığı bir bölge veya ülke için sosyal ve ekonomik gelişme potansiyeli gerçekleşmeyeceğinden yabancı sermaye kendisini maceraya veya tehlikeye atmak istemeyecektir. Yabancı sermayenin gelmesinde diğer bir unsur da karlılık oranlarının kısacası getirilerin geldiği yere göre yüksek olmasıdır. Söz konusu getirilerin çıkış ülkesinin altında kalması yabancı sermaye için itici bir güç olmadığı gibi asla da harekete geçirici bir etkisi olmayacaktır. Normal işleyen bir ekonomide yabancı sermayenin GSMH’nin yüzde 5’i ile yüzde 8’i arasında olması makul karşılanabilecek bir oran iken Türkiye açısından bu oran yüzde 2’nin altında seyretmektedir. Dolayısıyla, hedeflenebilecek azami yabancı sermaye miktarı da basında çoğu kez ifade edildiği üzere 10 milyar dolar ve üzeri değil ancak 4-6 milyar dolar seviyesinde olabilecektir. Türkiye açısından yabancı sermayeyi ilgilendiren en önemli nokta; strateji belirleyerek uygulamaları gerçekleştirecek donanımlı tek bir mercinin varlığıdır, dolayısıyla bu merciin varlığıyla bürokrasinin azalacağı tahmin edilmektedir. Son 12 yılda, Çin Halk Cumhuriyeti 328.8 milyar dolar, Brezilya 137 milyar dolar, Meksika 109.3 milyar dolar, Arjantin 80.4 milyar dolar, Malezya 55.2 milyar dolar, Polonya 41.4 milyar dolar, Tayland 30.6 milyar dolar, Vietnam 17.9 milyar dolar yabancı sermaye çekebilmişken Türkiye açısından bu rakam sadece 9.3 milyar dolar civarındadır. Yabancı sermayenin Türkiye’ye yeterince getirilememesi açısından pek çok olumsuz durum bir çırpıda sayılabilir. Fakat, Türkiye’nin ekonomik yapısından kaynaklanan özel bir durum vardır ki bu oldukça dikkat çekicidir. Sanayinin örgütlenme biçiminin dikey ve yatay bütünleşmeleri tamamlamış banka sahibi “holdingler” tarzında örgütlenmiş olmasının yabancı sermayenin ülkemize girmesi üzerinde caydırıcı bir etkide bulunduğu açıktır. Holdinglerin sahip oldukları bayilik ve servis sistemleri yabancı sermayenin iç pazara ulaşmasını önlemektedir. Holdinglerin güçlü bankalarının yanı sıra çeşitli şirketlerde iştirak sahibi olmaları da yabancıların şirket satın almasını güçleştirmektedir. Genel olarak dünyadaki gelişmelere baktığımızda görmekteyiz ki; yabancı sermayenin en çok çekindiği tehlike söz konusu sermayenin gideceği veya gitmeyi düşündüğü ülkede ekonomi ile ilgili yasalarda beklenmedik zamanlarda sık sık değişiklik olması ve hükümetlerin ilgili yasa veya kararlarını uygulamada prensipli olmamalarıdır. Dolayısıyla, sadece ekonomik ve politik istikrar bile kendi başına yeterli olmamakta, güven meselesi ön plana çıkmaktadır.Bunun en açık örneğini, uzun süreli olarak ekonomik ve politik istikrara sahip olamayan Latin Amerika ülkelerinin bile çoğu ülkeye nazaran yabancı sermaye girişinde başarılı oldukları gerçeği göstermektedir. Avrupalı şirketlerin Türkiye’de yatırıma özendirilebilmesi için Türk kamu otoritelerinin iş yatırım ortamını geliştirmeleri gerekmektedir. Yabancı sermayeli bir şirketin kuruluşunun üç ay gibi bir zaman alması ve pek çok aşamadan geçilerek kuruluşunun tamamlanması bile söz konusu çekincelere zemin hazırlamaktadır. Ülkemizin karmaşık bir bürokrasinin egemenliğiyle tanınması, hangi kurumun neden sorumlu olduğunun belirgin olmaması, prosedürlerin sade ve açık olmaması, bir yığın işlemi gerektirmesi, üst üste gelen ekonomik krizler sonucunda yerli sermayenin bile dışarıya kaçması, vergi mevzuatının çok karmaşık ve vergi oranlarının çok yüksek olması nedeniyle yabancı sermaye için olumsuz bir imaja sahip olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla, yabancı sermayenin gelmesi için öncelikle kendi eksikliklerimizi ve yetersizliklerimizi gidermemiz gerekmektedir. Bütün bunlardan daha önemlisi de yabancı sermayeye ideolojik gözle bakmadan sağlayacağı katkıları değerlendirmek üzere tartışmaların yapılmasında fayda bulunmaktadır.