Mali yükümlülüklerin çatı kavramı olarak vergi, klasik ve anlaşılabilir tanımıyla, devletin, gerekli/zorunlu görev ve hizmetlerini ifa ve icra edebilmek amacıyla vatandaşlarından cebren ve karşılıksız aldığı paradır. Vatandaş kavramı vergilendirme sürecinde, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun (VUK) 8’inci maddesi hükmü uyarınca mükellef terimi kullanılarak hukuksallaştırılmış; vergi kanunlarına göre kendisine vergi borcu düşen gerçek veya tüzel kişi olarak tanımlanmıştır. Bu bağlamda devletin vergi mükelleflerinden olan alacakları devlet açısından “vergi alacağı”, mükellef bakımından “vergi borcunu” teşkil eder. Vergilendirme sürecinde, vergiyi doğuran ekonomik olayın icrasında alacağın tahakkuk ederek tahsili/borcun nakden ödenmesi aşamasına dek, gerek mükellefin, gerek devletin sahip olduğu dönemsel ekonomik ve mali olanaklar, gerekse her ikisinden de bağımsız koşulların varlığı nedeniyle, gecikmeler, aksamalar ve sorun doğurucu diğer tasarruflar olabilmekte, yahut tüm potansiyel rasyonel gerekçelerden bağımsız olarak sorun yumağı, sosyal ve siyasal bir tercih, tutum ve davranış biçimi olarak kendini gösterebilmektedir. Bu gibi durumlarda siyasal iktidar açısından başvurulacak en kolay yol, mevcut sorunları vergileme süreçlerinin dışında, kamusal araç ve yöntemler kullanmaksızın çözümlemektir. Bu yöntem uzlaşma zırhı altında, “bir suçu, bir kusuru veya bir hatayı bağışlama” olarak ifade edilecek olan affetmektir. Bu tercih, iyiniyetli olup ekonomik olarak zor durumda bulunan toplum üyelerinin sorunlarının çözümüne olumlu katkı sağlasa da, toplum üyelerinden toplum sözleşmelerine uyanların sisteme olan bakışlarını etkileyebilmektedir. Bu çalışmada, öncelikle vergi afları üzerinde kısaca durdurduktan sonra vakit kaybetmeksizin son düzenlemeler yalnızca vergisel yükümlülükler yönüyle işlenilecek, ancak işleyiş farklı bakış açılarıve yorumlarla önceki af düzenlemelerinden de yararlanılarak ele alınacaktır.