Türkiye’de sürdürülebilirlik raporlaması, gönüllülük esaslı bir faaliyet olmaktan çıkıp, Avrupa Yeşil Mutabakatı gibi dış dinamiklere ve 7552 sayılı İklim Kanunu gibi ulusal düzenlemelere yanıt olarak finansal sonuçları olan, yasal ve denetime tabi bir zorunluluğa dönüşmüştür. Bu yeni mimari üç temel sütun üzerine kuruludur: Karbon maliyetlerini yönetmek için ulusal bir Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) kuran İklim Kanunu; küresel standartlarla uyumlu yeni bir raporlama dili oluşturan Türkiye Sürdürülebilirlik Raporlama Standartları (TSRS); ve raporlanan bilgilerin güvenilirliğini sağlayan zorunlu güvence denetimi. Bu yapı, sürdürülebilirliği basit bir uyum egzersizinden, şirketlerin risk yönetimi, küresel rekabet gücü ve uzun vadeli değer oluşturma için benimsemesi gereken stratejik bir disiplin haline getirmektedir.
In Turkey, sustainability reporting has evolved from a voluntary activity into a legal and auditable obligation with financial consequences, in response to external dynamics like the European Green Deal and national regulations such as the Climate Law (No. 7552).This new architecture is built on three main pillars: the Climate Law, which establishes a national Emissions Trading System (ETS) to manage carbon costs; the Turkish Sustainability Reporting Standards (TSRS), which create a new reporting language aligned with global standards; and mandatory assurance audits, which ensure the reliability of the reported information.This framework transforms sustainability from a mere compliance exercise into a strategic discipline that companies must adopt for risk management, global competitiveness, and long-term value creation.