Eski Yunan Uygarlığı, Eski Roma Uygarlığı ve daha sonra Hristiyanlık, Avrupa’nı n temel değerlerini oluşturmuşlardır. Eski Yunan Uygarlığı ‘aklı’, Eski Roma Uygarlığı ‘hukuk’u, Hristiyanlık da ‘hümanizma’yı getirmiştir. Daha sonra da Roma-Germen Hukuku ortaya çıkmıştır. İşte Avrupa uygarlığı budur. Daha sonra bu temel değerlerin üzerine sırasıyla, Rönesans, Aydınlanma, Sanayi Devrimi gelmiştir. Kapitalizm, sosyalizm ve pozitivizm tartışmaları birbirlerini üreterek gelmişlerdir. Avrupa Birliği; uluslararası hukuk kurallarına göre, uluslararası antlaşmalar ile oluşturulan bir uluslararası kuruluş örneğidir. Buna karşılık, diğer uluslararası kuruluşlardan farklıdır. Avrupa Birliği, kendi hukukunu kendi üretme yeteneğine sahiptir; bu hukuk demokratik bir tabana dayanmadan, ulusal iradelerin dışında bürokratik mekanizmalar ile üretilmektedir ve üye devletlerin hukukunun üzerindedir. Dolayısıyla; Avrupa Birliği üye devletler üzerinde egemenlik hakları- na sahip yeni süper bir devlet olarak tanımlanabilir.Avrupa Birliği olarak adlandırılan politik sistem, ulus devletlerin yasal temelini oluşturan ve halk iradesine dayanan, demokratik politik yapının dışında bir tür imperyal bürokratik mekanizma ile yönetilen ilginç bir yönetim yönetişim modeli oluşturmaktadır. Ayrıca bu sistem dayandığı hukuki temelleri, sürekli olarak kendi lehine ve ulus devletler aleyhine değiştirmektedir. Yaşanan süreçte gözlenen eğilim, güç ve otoritenin düşey ve yatay katmanlar arasında dağıtılarak oluşturulan “Yönetişim” (Governance) modeli ile Avrupa insanlarının üzerindeki Ulus-Devlet otoritesinin sulandırılarak giderilmesidir. Burada Avrupa kıtasının sosyopolitik dokusunda geri planda kalan ve gözle görülmeyen bir elit yönetici ağı şebekesi (Establishment) özel ve etkili bir rol oynamaktadır. AB-Türkiye ilişkilerine genel olarak baktığımızda dikkatimizi çeken ilk özellik Türkiye-AB ilişkilerinin zig zaglı olduğudur. Avrupa’nın güvenlik sorunu, ilişkilerde genelde belirleyici faktör olmuştur. Ve tabii ki, Avrupa Birliği Türkiye’den ne uzaklaşmak istemekte ne de yakınlaşmak arzusundadır. Kısacası, mesafeli yaklaşmayı tercih etmektedir. Avrupa’nın güvenliği meselesi Avrupa ülkelerinin ve AB kurumunun Türkiye’ye bakış açısını belirleyen en önemli faktör olmuştur. Soğuk Savaş sırasında, Avrupa ülkelerini tehdit eden komünist tehlikeye karşı, NATO’nun ve dolayısıyla da Avrupa’nın bir uç kara kolu pozisyonunda olan Türkiye, Soğuk Savaş sonrası dönemde de değişen ve çeşitlenen askeri ve askeri olamayan soft tehditler karşısında, Orta Doğu, Balkanlar ve Kafkasya ile çevrili olan şeytan üçgeninde, Batılı ülkelerin güvenebileceği bir ‘Müttefik’ olmaya devam etmektedir. Türkiye tam üyeliğe 1987 yılında başvurmuştur. Her ne kadar, o zamanlar, Kopenhag kriterleri resmen ifade edilmemiş olsa da, başvuru yapıldığından bu yana, Türkiye’nin demokrasi performansı ile insan hakları konusu AB-Türkiye arasındaki en çok tartışılan ve en büyük sorun olarak kalmaya devam etmiştir. Dolayısıyla, Türkiye’nin AB üyeliği macerasındaki siyasi kriterler sorunu, aslında, Merkezi ve Doğu Avrupa Devletleri’nden (MDAD) farklı olarak, 1987 yılının 14 Nisan’ında Türkiye’nin AB’ye tam üyelik başvurusu yaptığında başlamıştı. Ancak, siyasal kriterler açısından Türkiye-AB ilişkilerinin kurumsalla şması, daha sonra da anlatılacağı gibi, 1999 Helsinki Zirvesi ile birlikte olmuştur. Dolayısıyla, tam üyelik süreci içinde siyasal kriterler sorununu, Türkiye açısından Helsinki öncesi ve sonrası olarak ikiye ayırmak gerekmektedir.