Devletin üstlenmesi gereken ekonomik rol üzerinde hararetli tartışmalar son yıllarda yoğunlaşmıştır. Devlet ne yapmalıdır? Kamu harcamalarının milli ekonomi içerisindeki payı ne olmalıdır? Devlet doğrudan üretim faaliyetleri ile uğraşmalı mıdır? Bu sorular bir çok ülkede gittikçe artan bir sıklıkla sorulmaktadır. Ancak, bu tartışma özellikle, geçiş ekonomilerinde, gelişmekte olan bazı ülkelerde ve “refah devletleri” diye adlandırılan ülkelerde (özellikle Avrupa ülkelerinde) daha da şiddetlenmektedir. Refah devletlerinde temel sorunlar mali açık, yüksek ve gittikçe artan bir kamu borçlanması ve kamu kesiminin büyüklüğünden kaynaklanan belirli ve sınırlayıcı etkilerdir (Bkz.OECD,1985). Geçiş ekonomilerinde temel nokta devletin çok güçlü olduğu, ancak gittikçe azalan kamu gelirlerinin daha az bir mali role imkan tanıdığı ülkelerde kamu sektörüne gerçekçi bir rolün sağlanmasıdır (Bkz. Tanzi,1991, 1997; Joseph Stiglitz, 1994). Gelişmekte olan ülkelerde temel hedef, kamu iktisadi işletmelerinin özelleştirilmesi yoluyla devletin üretim faaliyetlerinden el çektirilerek piyasa güçlerine daha büyük bir rol verilmesidir (Bkz. World Bank, 1995). Bu koşulların tamamında ve geçmiş dönemlerin aksine günümüzde geçerli olan hakim görüş, kamu sektörüne daha küçük bir rol tanımanın arzu edilebilir olduğu şeklinde gözükmektedir. Günümüzde, kamu kesiminin ekonomik rolünün genişlemesini destekleyen ve yüksek miktarda kamu harcaması yoluyla bu rolü genişletmek için teşebbüs eden politikacıların politik çıkarlarını azaltmak yönünde etkili politik gruplar yoktur. Bu çalışma sanayileşmiş ülkeler üzerinde durmakta ve konuyu uzun vadeli bir perspektifte ele almaktadır. Çalışma, 1870’li yıllardan başlayan ve günümüzde son bulan bir dönem için sanayileşmiş ülkelerin bir çoğunda kamu harcamalarının büyümesini incelemektedir. Bir çok kaynaktan elde edilen veriler, geçtiğimiz yüzyılda sanayileşmiş ülkelerde, devletin mali rolünün ne olduğu hakkında somut izlenimler sunmaktadır. Çalışma iki temadan oluşmaktadır: birincisi, dönemin çoğunluğu için ve son zamanlara kadar kamu harcamalarının daha da artırılmasını isteyen güçlü bir entellektüel gücün söz konusu olması; ikincisi, kamu harcamalarının belirli bir seviyesinde elde edilebilir refah ve uygulanabilir sosyal ve ekonomik göstergeler temelinde ele alındığında ilave harcamaların refaha katkısının olmamasıdır. Bir çok sanayileşmiş ülkedeki kamu harcamaların seviyesi, istenen veya olması gerekenin çok üzerinde gerçekleşmiş bundan dolayı da kamu harcamalarında bir kısıntıya gidilmesi ihtiyacı doğmuştur.