488 sayılı Damga Vergisi Kanunu’nun “Verginin Konusunu” tanımlayan 1.’inci maddesi uyarınca vergisinin konusu, “yazılıp imzalanmak veya imza yerine geçen bir işaret konmak suretiyle düzenlenen ve herhangi bir hususu ispat veya belli etmek için ibraz edilebilecek olan” kağıttır. Damga Vergisi Kanunu’na göre vergileme sürecinde öncelikle ortada (yukarıdaki tanımlamada gösterilen özellikleri taşıyan ve Kanuna ekli (1) sayılı Tabloda yer alan) kağıdın mevcudiyeti gerekli ve zorunludur. Damga Vergisi Kanunu’nda mükellef kavramı da Kanunun 3’üncü maddesindeki kağıdın mevcudiyetine koşut olarak, “Türkiye’de düzenlenen kağıtları imza edenlerdir.” Şeklinde tanımlanmıştır. Damga Vergisi Kanunu’nun 7’nci maddesi uyarınca kağıt kavramına yapılan başka bir vurguda, kağıda konan imzanın birden fazla olmasının verginin tekerrürünü gerektirmeyeceğidir. Birden fazla kişi tarafından imza edilen kağıtlara ait vergi ve cezanın tamamından imza edenlerin müteselsilen sorumlu oldukları Kanunun 24’üncü maddesinde belirtilmiştir. Kağıdın üzerinde birden fazla imzanın yer alması halinde, bu imza sahiplerinin her birisi verginin mükellefi olarak kabul edilir. Örnek olsun, kredi sözleşmelerinin tarafları, varsa kefil gibi imza sahipleri kağıdın düzenlenmesine bağlı olarak ortaya çıkan damga vergisinin (müşterek) mükellefi konumundadırlar. Bu düzenlemelerden anlaşılmaktadır ki, kağıt, damga vergisi açısından verginin hem nesnesi hem de öznesi konumundadır. Bu konumu dolayısıyla damga vergisi kağıdın somut varlığına ve içeriğine bağlı bir vergidir. Şüphesiz ki, kağıdın varlığının saptanamadığı durumlarda damga vergisi mükellefiyetinden de bahsedilemeyecek olması genel kural olmaktadır. Bu yazımızda, tanımlanagelen zorunluluğun bir nedeni ve aynı zamanda bir sonucu olarak kredi ilişkilerinde kağıdın yokluğunun iddia edilmesi durumunda dahi somut ötesi (soyut) varlığının vergileme açısından gerek ve yeterliği ortaya konulmaya çalışılacaktır.