Yerel yönetimlerin sorunları denilince ilk akla gelen kaynak yetersizliğidir. Kaynak yetersizliği nedeniyle merkezi yönetime olan bağımlılığın artması mali özerkliğin yanında idari özerkliğin de büyük ölçüde kaybedilmesi anlamına gelmektedir. Bu nedenle, etkin bir yerel yönetim (kaynakların rasyonel kullanıldığı ve üretilen kamusal hizmetlerin büyük ölçüde yerel ihtiyaçları karşıladığı) öz gelirlerin yüksek seviyelerde olmasını gerektirmektedir. Bu bağlamda, belirli sınırlar içinde, vergi koyma hakkının yerel idarelere tanınması gündeme gelmekte ve tartışılmaktadır. Mali kaynakların bölüştürülmesinde merkezi yönetim ve yerel yönetimlerin rolü ve yerinin ne olacağı konusu dinamik bir yapı arz etmektedir. Bir anlamda her zaman her yerde geçerli olabilecek bir kaynak dağılım modeli söz konusu değildir. Bunun yanında ülkemizin de altına imza attığı “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı” ilkeleri doğrultusunda mali tevzin düzenlemesi yapılarak hizmet ve gelir bölüşümü kıstasları, vergi koyma yetkisinin kaynak ve sınırları açıklıkla belirlenmelidir. Çağın gereklerine uygun görev ve yetki bölüşümünün ortaya konulmasından sonra yerel yönetimlerin vergi koyma ve toplama yetkisini tartışmaya açmak gerekir. Örneğin, arsa ve konut alanında gerekli altyapı hizmetini sunan yerel yönetimlere emlak vergisi toplama, hatta emlak vergisi oranlarını belirleme hakkının verilmesi daha rasyonel bir uygulama olabilir. Yerel yönetimlere kısmi bir vergi koyma ve toplama hakkı verilmesi gerektiği dile getirilirken, merkezi idarenin de aynı kaynağı vergilendirdiğini, aşırı vergilendirilmeden dolayı kaynağın kuruyabileceği riskini de göz önünde bulundurmak gerekir. Bir başka deyişle, yerel yönetimlerin gelir ve vergileme kaynaklarının, merkezi hükümetin izlediği ekonomi politikalarına uygun olarak, yasal bir temele oturtulması kaçınılmazdır. Yerel karakteristiği ağır basan vergilerin (emlak vergisi gibi) ve harçların oranlarını belirleme (yasaların öngördüğü sınırlar içinde), değiştirebilme hakkının bakanlar kuruluna verildiği durumda; yerel vergileme bilincinin ve sorumluluğunun gelişemeyeceği açıktır. Bu yetkinin yerel idarelere verilmesi yerel koşullara göre uyarlama yapılması şansını ortaya çıkaracaktır. Bu gelişmeler yanında, yerel idarecilerde vergi koymanın getireceği direnç karşısında, bir çekingenlik vardır. Ayrıca, merkezi devlet kurumlarının etkin vergileme yönetimi için daha donanımlı olması, zengin ve fakir bölgeler arasında gelirin yeniden dağılımı görevini üstlenmesi gibi sebepler, yerel hizmetlerin finansmanının merkezden aktarılan kaynaklarla finanse edilmesi yönünde bir baskı oluşturur. Yani yerel finansman aleyhine bir eğilim ortaya çıkabilir. Bu çalışmada öz gelirleri artıracak en önemli kaynak olan yerel vergileme farklı boyutlarıyla ele alındı. Önce yerel vergileme konusuna etkinlik ve özerklik açısından değinildi, daha sonra ise sorumluluk anlayışıyla ilişkisi irdelendi. Başka bir başlık altında ise yerel vergilemenin yarar ve sakıncaları dile getirilmeye çalışıldı. Çalışma sonuç bölümüyle tamamlandı.