Her ülkede değerli metallerin miktarının iki farklı koşula bağlı olduğu görülmektedir. Birincisi, bu miktar ülkenin satın alma gücüne, çalışma durumuna, toprağın ve emeğin bir yıllık ürününe bağlıdır. İkinci koşul ise , herhangi bir zamanda ticaret dünyasını bu değerli madenlerle donatan maden ocaklarının verimliliği yada verimsizliğidir. Eski ocaklar yavaş yavaş tükendikçe, yeni madenlerin keşfedilmesi, kesinlikle çok belirsiz bir konudur ve hiçbir insan becerisi ve gayreti bunu garanti edemez. Madenciliği, yeryüzünde veya toprak altında mevcut olup, sıvı veya gaz veya katı halde bulunan maden, mineral veya tabi kaynakların üretimi ile ilgili faaliyetler olarak tanımlayabiliriz. Çağımızda sahip olduğumuz makine medeniyeti dediğimiz sosyo-ekonomik ortamda ise madenciliğin çeşitli ürünlerine her zamankinden daha çok ihtiyacımız olduğu muhakkaktır. Gerçekte kömür, petrol, tabi gaz, su gücü ve nükleer yakıtlardan enerji ihtiyacımız için gittikçe artan bir şekilde yararlanmaktayız.Çeşitli madenleri sabit tesisler, makine, motor, ulaşım aracı imali olmak üzere diğer amaçlarla kullanmaktayız. Bu bakımdan bir ülke ekonomisi açısından büyük önem taşır. Gelişmekte olan bir ülke olan Türkiye’de teknolojinin ve sanayinin gelişmesi paralelinde maden ürünlerine olan talep daha da artmaktadır. Ancak madencilik konusu gündeme geldiğinde bu konudan daha çok tartışılan konu, özellikle yaşanan ekonomik krizlerin akabinde, Türkiye’de var olan maden potansiyelinin bir ekonomik kaynak olarak kullanılıp kullanılmayacağı oluşturmaktadır. Gerçektende ülkemizde önemli bir gelir kaynağı olabilecek büyüklükte maden rezervi var mıdır? Olaya tarihsel bir perspektif ışığında bakıldığında, teknolojik gelişmişlik ile birlikte ülkemizde madencilik faaliyetleri gelişmiş midir? Madenciliğin milli gelir içindeki payını artırmak için neler yapılabilir? Bu ve buna benzer sorulara sektörün tarihsel geçmişine, içinde bulunduğu sorunlara, sektör ile ilgili yasal mevzuata da yer vermek suretiyle yanıt aramaya çalışacağız.