Kar dağıtımı usul ve esasları temelde Türk Ticaret Kanun’unda (TTK) düzenlenmekle beraber Gelir ve Kurumlar Vergisi kanunları ile Sermaye Piyasası Kanun’unda da işin doğası gereği bazı düzenlemelere yer verilmiştir.
TTK’ya göre şirketler, kârlarını Genel Kurulları tarafından belirlenecek kâr dağıtım politikaları çerçevesinde ve ilgili mevzuat hükümlerine uygun olarak genel kurul kararıyla dağıtırlar. Yani kârın sermayedarlara dağıtılacağı ya da kârın dağıtılmayıp şirket sermayesine ekleneceğine karar verilmesine Genel Kurul yetkilidir. Bu yetki başka bir şirket organına devredilemez.
Türk Ticaret Kanun’ una göre 1. Tertip Temettünün dağıtılması ve ödenmesi zorunludur. Sadece 1.Tertip Temettünün ödeneceği tarihi belirlemeye Genel Kurul yetkilidir. Genel Kurulun yetkili olduğu ve kararı olmaksızın dağıtılamayacak kâr payı kısmı ise 2. Tertip temettüdür. Eğer Genel Kurul bu kârın dağıtılmayacağına karar verirse, karar tarihinden itibaren sadece yasal zorunluluk olarak 1. Tertip Temettünün dağıtılması gerekmektedir.
Hangi Kâr Dağıtılacak ?
Kâr dağıtımına ilişkin usullere kısaca değindik ama bu dağıtılacak kârın hangi kâr olduğu noktasında düzenlemelerimiz sanki biraz kafa karıştırıcı hal almış vaziyette. Şöyle ki, malumunuz ülkemizde yasal mali defterlerimiz ile kayıtlarımız Vergi Usul Kanun’una göre tutulmakta ve değerleme işlemleri bu çerçevede yapılmakta. Buna ilaveten gelir ve gider hesaplamaları da yine gelir ve kurumlar vergisi kanunlarında yer alan düzenlemeler doğrultusunda gerçekleştirilip, mali tablolar düzenlenerek mali kâra ulaşılmakta ve vergi beyannamesi de buna uygun olarak mali idareye sunulmakta.
Hal böyle olmakla birlikte, işletmeler, ikinci bir defter tutma diyebileceğimiz ama özünde ise defter tutmaktan ziyade mali tablolarını, ticari hayattaki yerini ve konumunu hızla güçlendiren uluslararası muhasebe standartları ile uyumlu Türkiye Muhasebe Standartları (TMS) kurallarına göre hazırlamak zorunluluğu ile karşı karşıya. Bu sürecin takibi ve denetimi ise Maliye Bakanlığı’nca değil Kamu Gözetimi Kurumu (KGK) tarafından gerçekleştirilmekte.
Şimdi okuyucularımızın akıllarına şu soru geliyor, neden işletmeler 2 ayrı şekilde mali tablo hazırlamak zorunda ki ? En basit ifade ile şöyle açıklayalım, Maliye Bakanlığı kurallarına göre hazırlanan mali tablolar vergisel ödevleri doğru bir şekilde yerine getirmek amacıyla hazırlanmakta iken, KGK kurallarına göre hazırlanan tablolar ise işletmelerin ticari işlemlerinin mali boyutunu en iyi şekilde yansıtmak amacıyla oluşturulmaktadır. Haliyle her ikisinin birbirinden farklı felsefesi ve muhasebeleştirme kuralları olunca, ortaya çıkacak kâr da birbirinden farklı olmaktadır. İşte sorun tam da bu noktada patlak vermekte ve şirketler hangi tablolara göre oluşacak kârı dağıtacakları konusunda tereddütte düşmektedirler.
2018 yılının başına kadar bu sorunun cevabı ise çok net olup vergi kanunlarına göre hazırlanan mali tablolarda yer alan kâr idi. Hatta Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) kurallarına tabi halka açık şirketler dahi uluslararası muhasebe standartları ile uyumlu Türkiye Muhasebe Standartlarına göre mali tablolarını hazırlamakla birlikte, SPK kararı ile “dağıtılması öngörülen kâr payı tutarının tamamı, ancak yasal kayıtlarda (Vergi Usul Kanunu’na göre tutulan kayıtlarda) mevcut net dağıtılabilir kârdan veya diğer kaynaklardan karşılanabildiği sürece dağıtılabilecektir” kuralını benimsemişti. Yani bir başka deyişle, dağıtılacak kâr payı tutarında üst sınır, yasal kayıtlarda yer alan ilgili kâr dağıtım kaynaklarının dağıtılabilir tutarı idi.
Kamu Gözetimi Kurumu Bombayı Patlattı
Kamu Gözetimi Kurumu (KGK) 09.02.2018 tarihi itibariyle, şirketlerin genel kurullarında alacakları kâr dağıtımı kararlarında Türkiye Muhasebe Standartlarına (TMS’ye) göre hazırlanan finansal tabloları mı yoksa vergi mevzuatı uyarınca hazırlanan finansal tabloları mı dikkate almalıdır şeklinde sorulan bir soruya karşılık olarak web sitesinde vermiş olduğu cevap ile, kâr dağıtımı konusunda aşağıda belirtilen şekilde görüş ifade ederek, tabiri caiz ise ülke genelinde kâr dağıtım kurallarını etkileyecek bir adım atmıştır.
“Türk Ticaret Kanun’unun 88’inci maddesinin birinci fıkrası uyarınca gerçek ve tüzel kişiler münferit ve konsolide finansal tablolarını düzenlerken, Kurumumuz tarafından yayımlanan, Türkiye Muhasebe Standartlarına (TMS) uymak zorundadır. Bununla birlikte, TTK’nın 64’üncü maddesinin beşinci fıkrası uyarınca TTK’ya tabi gerçek ve tüzel kişiler, 213 sayılı Vergi Usul Kanun’unun defter tutma ve kayıt zamanıyla ilgili hükümlerine uymak zorundadır. Bu kapsamda, işletmeler defter tutma açısından VUK’ta yer alan hükümlere uymak zorunda olsalar da, TTK uyarınca söz konusu işletmelerin finansal tablo kullanıcılarına, TMS’ye uygun olarak hazırlanan finansal tabloların sunulmasının amaçlandığı görülmektedir. TTK’nın 88’inci maddesinin üçüncü fıkrasında “Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu, değişik işletme büyüklükleri, sektörler ve kâr amacı gütmeyen kuruluşlar için özel ve istisnai standartlar koymaya ve farklı düzenlemeler yapmaya yetkilidir. Bu standart ve düzenlemeler, Türkiye Muhasebe Standartlarının cüz’ü addolunur.” hükmü yer almaktadır. Dolayısıyla Kurumumuz tarafından yayımlanan Büyük ve Orta Boy İşletmeler için Finansal Raporlama Standardı da TMS’lerin cüz’ü olarak değerlendirilmektedir. Bu kapsamda kâr payı dağıtımında vergi mevzuatına göre hazırlanan finansal tablolar yerine, Kurumumuz düzenlemeleri çerçevesinde TFRS’ye veya BOBİ FRS’ye göre hazırlanan finansal tabloların esas alınması gerekmektedir.”
Söz konusu açıklama metninden de anlaşılacağı üzere vergi kanunlarına göre hazırlanan değil KGK düzenlemeleri ile uyumlu muhasebe standartlarına göre hazırlanan mali tablolarda yer alan kârın dağıtılacağı belirtilmiştir. Açıklama böyle olmakla birlikte söz konusu karar pratikte bir türlü uygulamaya konulamamış, özellikle şirketlerin kâr payı dağıtılması halinde hesaplanması gereken vergiye yönelik hata yapmaktan endişe etmeleri nedeniyle de, ülke genelinde şirketlerin hala vergi düzenlemelerine göre hesaplanan kârı dağıtıma tabi tutmaya devam ettikleri gözlemlenmiştir.
Sonuç
Daha önceki yazılarımızda da vurgulandığı üzere, VUK ile defter tutulmasındaki temel amaç mükelleflerin vergi ile ilgili yükümlülüklerinin en doğru şekilde yerine getirilmesini sağlayacak bir muhasebeleştirme sürecinin kurgulanmasıdır. TTK ve TMS düzenlemelerine göre defter tutulmasındaki temel amaç ise ticari bir işletmenin iktisadi ve mali durumunun en güncel hali ile ortaya konulmasıdır. Haliyle bakış açısı farklı mali tablo düzenleme kurallarından doğal olarak farklı kâr rakamlarının çıkması da son derece doğal olacaktır.
Çözüm adına yapılması gereken şey ise, vergi düzenlemelerinin hızla uluslararası muhasebe standartları baz alınarak hazırlanan Türkiye Muhasebe Standartları ile uyumlu hale getirilmesi, tıpkı gelişmiş ülkelerde olduğu gibi tek bir muhasebe sistemi ve mali tablo hazırlanma sistemine geçilerek, vergi beyannamelerinin bu mali tablolar baz alınarak ancak sadece bazı vergisel ekleme çıkarmalar yapılarak (fine tuning) vergi matrahına ulaşılabilecek bir yapılanmaya doğru evrilmesidir.