Kültürümüze yerleşmiş bazı atasözleri vardır. Olumsuz mana çağrıştırır, olumsuz anlamda örneklendirilir ve kullanılır fakat orijinal anlamı ilkeli ve doğrudur. Konumuzla alakalı olarak dilimize yerleşmiş bir atasözü daha vardır “Borç yiğidin kamçısıdır”. Kullanılan anlamını herkes biliyor; bol bol harca, borca gir korkma, yiğit adam öder bir şekilde. Hâlbuki gerçek anlamı tam da tersidir; yani borca girmek zorunda kalan yiğit adam borcunu ödeyinceye kadar hiç durmadan çalışır. Ne farkı var, aynı şey? Demeyin! Çünkü ilk anlam borç almayı teşvik ederken ikinci anlamı tam tersini; “Mecbur kaldıysan borç almaya, çalış bir an önce öde ve bir daha alma” der.
Geçip Giden Zamanlar…
Finans dersi aldık çoğumuz. Hepimizin aklında kalan ender hususlardan birisi de şudur herhalde: eğer yatırım planınız varsa ve kredi ile finanse edecekseniz bu işin maliyeti aslında göründüğünden daha azdır. Yani ödediğiniz faizden daha az maliyete katlanırsınız. Nasıl? Şöyle ki; faiz bir giderdir ve gider de kurumlar vergisi kazancını azaltır. O yüzden ödeyeceğiniz vergi de [vergi oranıxfaiz miktarı] kadar azalır.
Peki Doğru mu Bu?
İlk bakışta çok mantıklı gibi gelip hayran hayran finans hocasına bakan öğrenciler vardır. Yeni bir şey öğrenmişlerdir çünkü; eğer şirket kuracak olurlarsa bol bol kredi çekebilirler. Ne de olsa fiili maliyet nominal faizin çok çok altına düşüyor.
Nedendir bilmem, bir türlü anlam verememişimdir bu hesaba. Şirkete mal alırken de aynı mantık söz konusu iken kimse bize çıkıp da bu malın maliyeti sana alış bedelinin altında diye bir hesap yapmazken, söz konusu kredi işlemi olunca neden böyle bir hesap yapılır?
Bu bir kazanç vergisi olduğuna göre asıl olan vergi öncesi kazanç değil midir? Bu senin yatırım kararını nasıl etkileyebilir ki?
İşin Aslı Nedir? Kandırıldık mı Yani?
Evet artık gerçekleri öğrenmemizin zamanı geldi. Hepimiz kandırıldık, olayın aslı hiç de öyle anlatıldığı gibi değil, olay tamamıyla bir yanlış anlaşılmadan ibaret.
Nasıl Yani?
Olayın özü yeni bir yatırımın finansmanı için şirkete ortak tarafından sermaye konursa bunun üzerinden bir faiz hesaplanamaz ve gider yazılamaz normalde. Uluslararası mevzuat da düne kadar bu şekilde idi, yani sadece bizde değil. Haliyle finans prensipleri ve hesapları der ki “Cebindeki parayı şirkete koyup iş yapacağına bu parayı kendin kullan! Mesela mevduata yatır, sonra da git şirket için bankadan kredi çek. Bu yöntemle ilk duruma göre daha karlı olursun.”
Şu An Uygulama Nasıl?
Bu sınırsız borçlanma anlayışı sadece bizde değil uluslararası literatürde de uzun süredir sorgulanıyor. Ne kadar doğru bir yaklaşım bu acaba şirketin sermaye yapısını zayıflatıp kredi yoluyla riskini yükseltmeyi vergi kanunları aracılığı ile teşvik etmek.
Piyasa başarısızlığı denilen bir hadise vardır. Devletin temel görevi rekabeti ve serbest piyasayı korumaktır, rasyonel kararlara müdahale etmez devlet. O yüzden vergi politikasının bu yönüyle tarafsız olması beklenmektedir. Ancak tam rekabet piyasasını bozucu etmenleri ortadan kaldırmak için müdahale edebilir devlet. İlginçtir tam da bu noktada çok da tarafsız olarak bilinen bir vergi türünün şirketlerin finansman yöntemini ve riskliliğini doğrudan etkilemesi! Yani vergi kanunu hiç olmasaydı özsermaye ile yapılacak bir yatırım sırf vergi kanunlarının bir hükmünden dolayı kredi ile yapılıyor. Vergisel açıdan klasik ve basit bir vergiden kaçınma eylemi. Ancak ekonomik açıdan şirket riskini artırmak pahasına... Devletin görevini eksik yapmasını bırakın tam tersi yanlış politika uygulaması yoluyla ticari işleyişi ve piyasa mekanizmasını bozması olayı. Yani devletin yanlış politikası kaynaklı piyasa başarısızlığı…
Yine Koronaya Geldik
Özellikle kriz ortamları bu tarz riskleri alan şirketlerin tesbih tanesi gibi döküldüğü ve ticari hayatın altüst olduğu anlardır. Ortalık güllük gülistanlık durumundayken sorgulanmayan bu uygulama, kara kış gününde sorgulanır olur artık… ve şirketlerin mali yapısının ne kadar güçlü olması gerektiği, alınan risklerin makul ölçüleri aşmaması gerektiği hep kötü günlerde hatırlanır. İşte bu da böyle, 2008 ekonomik krizi sonrası da yine dünyada bu bahsettiğimiz uygulama ciddi manada sorgulanır hale geldi. 2020’nin bu kara Korona günlerinden bahsetmek bile gereksiz herhalde.
Ne Olacak Şimdi?
Bu mevzubahis eşitsizlik sonucu oluşan sapmayı telafi etmenin yanında irrasyonel davranışları da engellemenin birkaç yöntemi vardır.
Birinci olasılık faiz giderlerinin kısmen veya tamamen kanunen kabul edilmeyen giderlerden sayılması,
İkincisi sermaye getirisinin de kardan indirimine imkan vermek, yani kar dağıtımının gider olarak kabul edilmesi,
Diğer olasılık ise şirkete ortaklarca eklenen sermaye üzerinden piyasa koşullarındaki faiz oranlarına göre belirli bir indirim imkânına izin vermek.
Her bir yöntem yukarıda bahsettiğimiz sıkıntının giderilmesi amacını taşımakla beraber birbirinden farklı finansal neticeleri vermektedir. Örneğin ilki vergi matrahını yükseltip efektif vergi oranını artırırken, ikincisi vergi matrahını azaltırken efektif vergi oranını yükseltir ve yatırımları görece olarak teşvik eder.
Neler Oluyor Bizde
Öncelikle 2013 yılından itibaren geçerli olmak üzere malumunuz olduğu üzere Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 11. maddesine (ve buna paralel olarak Gelir Vergisi Kanunu’nun 41. maddesine) finansman gider kısıtlaması eklenmiştir. Bu yolla indirimi kısıtlanan faiz giderleri; sermayeden büyük olması ve sermayeyi aşan kısmın ise %10’ununa kadar olan kısmın kanunen kabul edilmeyen gider olarak dikkate alınması şeklinde bir uygulama benimsenmiş. Ancak bu uygulama yetersiz gelmiş olmalı ki kısıtlama oranı Bakanlar Kurulunca belirlenerek işlev kazandırılmadan, bu düzenlemenin hemen akabinde –yani 2015 yılında- sermaye üzerinden faiz hesaplanmasına dönük bir uygulama da Kurumlar Vergisinin diğer indirimleri düzenleyen 10. maddesine eklenerek mevzuatımıza girmiştir.
Dünyada Neler Oldu Peki
Birkaç örnek vermek gerekirse; Belçika 2006’dan itibaren piyasa faiz oranına kadar yeni eklenen sermayenin getirisinin indirimine imkan verirken, Malta 2018 yılından itibaren uygulamaya koyduğu uygulamayla yeni eski tüm sermayeler üzerinden (uzun vadeli devlet tahvillerinin faiz oranı +5 puan risk primine kadar) indirime imkan vermektedir. Bu iki ülke dışında Portekiz 2017 yılından itibaren 2 milyon Avroya kadar vergi öncesi karın dörtte birini geçmemek üzere uzun vadeli sermaye artırımlarının getirisinin indirimine izin vermektedir.
İtalya ise 2011 yılından itibaren yeni artırılacak sermayeler üzerinden benzer bir indirimi uygulamaya koymuştur. Amerika’da ise bu konuyu da kapsayan ciddi bir kurumlar vergisi reformu tartışmaya açıldı bu aralar.
Özetle konu hala dünya gündeminde ve çok canlı bir konu.
Geç mi Kaldık?
Bu konuda ülke olarak geç değil hatta erken bile davrandık. Bahsettiğimiz gibi 2012 ve 2015 yıllarında atılan bu adımlar pek çok ülkeye göre çok ileri denebilecek düzeyde. Bununla birlikte ilk bakışta vergi gelirlerini azaltıcı bir politika gibi görünse de, piyasa mekanizmasının daha sağlıklı çalışmasını sağlayacak bir çözüm olması nedeniyle yatırım ortamını da geliştirerek vergi gelirlerinin toplamda artmasını sağlaması da mümkün. Bunun için özellikle tavsiye edilen uluslararası uygulama ve tartışmaları yakından takip ederek yeniliklere çok hızlı adapte olan bir vergi idaresi yanında, lokalde kendi mükelleflerini de gözlemleyerek bu kanunun maksadının dışında uygulanmasını ve agresif vergi planlamalarını engelleyecek tedbirlerin ivedilikle alınmasını sağlamak olacaktır.
Arkası Yarın
Bu yazımızda şirketlerce bir finansman yöntemi olarak kullanılan borçlanma ve özsermaye alternatiflerinin Kurumlar Vergisi karşısındaki durumu, tarihsel gelişimi ve ekonomik sebepleriyle birlikte dünya uygulamalarını değerlendirdik. Bir sonraki yazımızda ise konuyu bir adım daha ileriye götürerek Türkiye uygulamasının detayları ve verimliliği üzerine bir değerlendirme yapılacaktır.